14 Mayıs 2011 Cumartesi

Web sitesini ziyaret etmek için tıklayınız. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız. Web sitesini ziyaret etmek için tıklayınız. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.




Kütahya'nın Türk çini ve seramik sanatındaki önemi, 14. yüzyıldan günümüze kadar varlığını sürdüren bir üretim merkezi olmasındadır. 15. yüzyılın sonları çini ve seramik yapımında beyaz hamurun kullanılmaya başlandığı yeni bir dönemdir. Günümüze ulaşan kitabeli örnekler Kütahya'da beyaz hamurlu ve sır altına mavi-bayez dekorlu seramiklerin üretiminin iznik'le aynı dönemde başladığını ortaya koymuştur.

16. yüzyıla ait Kütahya seramiklerinin en tanınmış örnneği olan 1510 tarihli ibrik tabanındaki Ermenice kitabeye göre, Kütahyalı Abraham'ın anısına yapılmıştır. Kuşaklar halinde düzenlenen bezemede, içe doğru kıvrık yapraklı hatayiler rumilerle birleşmektedir.

Kütahya buluntuları arasında bu yüzyılın karakteristik rengi olan mercan kırmızılı parçaların bulunmadığı göz önünde tutulması gereken bir noktadır. İznik atölyeleri beyaz hamurlu üretime geçtikten sonra sürekli olarak sarayın desteği ile gelişimini sürdürmüştür. Kütahya'daki atölyeler ise gerektiği zaman İznik'i destekleyen ikinci bir merkez olmuş, daha çok halkın gereksinimini ön planda tutan bir üretim politikası sayesinde de varlığını günümüze kadar sürdürebilmiştir.

17. yüzyıla ait Kütahya çini ve seramikleri hakkında mimaride kullanılan çiniler dışında bilgimiz yoktur. 1671-2 yılında Kütahya'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, İznik'te dokuz çini imalathanesi varken Kütahya'da "çinici kefereler mahallesinde" otuz dört atölye olduğunu söylemiştir ki üretimin İznik'te düşüşüne rağmen Kütahya'da canlılığını koruduğunu göstermektedir.

1710 yılında III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan'ın sarayının onanımında kullanılmak üzere Kütahya'ya 9500 çini sipariş edilmesi 18. yüzyılda Kütahya'da çini ve seramik sanatının büyük bir atılım içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa ki aynı dönemde İznik atölyeleri büyük bir çöküş içindeydi.

18. yüzyılda inşa edilen ya da onarılan cami ve kiliselerde kullanılan Kütahya çinilerinde belli bir üslup değişimi görülmektedir. Beyaz zemin üzerinde, eskiden olduğu gibi kobalt mavisi tonları egemen renktir. Dilimli madalyon içinde Lale Devri'ni çağrıştıran lale bukleleri, ortadaki çok yapraklı rozet çiçeği kuşatan fistolu kıvrımlar ve stilize kurebin motifleri, testere dişli yapraklarla sarılan ve küçük çiçekli dallarla birbirine bağlı stilize hatayiler, sivri uçlu madalyonlarla kuşatılmış dilimli rozet çiçekler gibi daha çok halk sanatı karakteri taşıyan soyut bitkisel desenli bir grup çini üretilmiştir.

18. yüzyilda halkın gereksinimleri doğrultusunda zarif günlük kullanım kapları ve liturjik objeler de oretilmiştir. Çağın Uzak Doğu ve Avrupa porselenlerinden alınan esinler yöresel üslupla birleştirilmiştir. Serbest tarzda çizilmiş küçük çiçek demetleri, yaprak biçiminde madalyonlar çogu zaman tüm zemini kaplamaktadır. Mavi - beyaz renklerle bezenenlerin yani sıra kobalt mavisi, firuze, yeşil ve hiç bir zaman İznik mercan kırmızısının rengine ulaşamayan kabarık toprak kırmızısının kullanıldığı çok renkli bezeme yaygındır. Fakat en önemlisi, İznik seramiklerinde hiç görülmeyen canlı bir sarı rengin yüzyılın başlarından itibaren kullanılmaya başlanmasıdır. Yüzyılın ortalarinda bu renk paletine giderek koyu bir tona ulaşan mangan moru da katılmıştır.

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren desenlerin çiziminin zayıfladığı, boyaların aktığı ve sır kalitesinin bozulduğu görülmektedir. Bu durum 19. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. Yapılan analizler, yalnızca kalitenin düşmediğini, 16. yüzyıldan beri kullanılan kimyasal bileşimin de degiştiğini göstermiştir. 1766 yılında Kütahya'daki Ermeni fincan ustaları ile 24 atölyede çalışan kalfalar arasında yapılan toplu sözleşmeye göre, bir kalfa günde 150 fincan yapmakta ve karşılığında 60 akçe yevmiye almaktadır. Üretimdeki canlılığa rağmen yine de atölyelerin sayısında büyük bir düşüş olduğu anlaşılmaktadır.

19. yüzyılın sonlarında Kütahya Çini ve seramik sanatında yeniden bir canlanma olmuş ve eski İznik desenlerinin örnek alındığı yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin en tanınmış ustası Hafız Mehmed Emin'dir. Kütahya Hükümet Konağı (1907) ve İstanbul Eyüp V. Mehmed Reşad Türbesi (1918) çinileri başta olmak üzere, 16. yüzyılın Çini sanatını hatırlatan eserler üretmiştir. I. Ulusal Mimarlık Akımı doğrultusunda İstanbul, Ankara, İzmir, Konya gibi büyük kentlerdeki resmi ve özel yapilar da Kütahya çinileri ile bezenmiştir. Teknik ve desen bakımından 16. yüzyılın İznik çinilerinin düzeyine ulaşılamamakla birlikte, hamur ve sır kalitesi eskiye nazaran artmıştır. Lacivert, firuze, koyu yeşil, sarı ve toprak kırmızısı renklerde şakayıklar, iri kıvrık yapraklar, bahar çiçekleri, naturalist üslupta lale, karanfil ve sümbüller, vazo içinde çiçekler, palmetler, geometrik kompozisyonlar yanında kitabeli örnekler yaygın olarak kullanılmıştır. Aynı üslup, günlük kullanım ve hediye amaçlı olarak üretilmiş seramiklerde de uygulanmıştır. Fakat Kütahyalı ustalar tümüyle İznik desenlerini taklit etmekten kaçınmış, bunları yerel motiflerle bütünleştirmişlerdir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, devletin de desteği ile, Kütahyalı ustalar çiniciliği yeniden canlandırmışlardır. Günümüzde çağdaş formların geleneksel motiflerle bezendiği başarılı çalışmaların yanında, turistik talebi karşılamak için daha çok İznik desenlerini taşıyan seramikler üretilmektedir.

Dileğimiz, yüzyıllar boyunca usta ellerde şekillenen, kendine özgü form ve bezemeye sahip, Kütahya yadigarı çini ve seramiklerin de yeniden hayat bulmasıdır.
Antik kenti kaplayan Kaleiçi yaklaşık 80 hektarlık bir alandır. Küçük Asya'nın diğer birçok antik kentlerindeki anıtsal kalıntıları göz önüne getirdiğimizde Kaleiçi'nde karşılaşılacak fazla bir şey yoktur. Nekropoller ve agoranın bir bölümü dışında tapınak, tiyatro, stadyum, hamamlar vs. gibi daha bir çok yapının lokalizasyonu yapılamamaktadır. Her şeyin zamanla ortadan kalkması, parçalanması ve yeni yapılarla kapatılması sürekli yerleşim gören kentlerin özellikle kaderidir. Kaleiçi'nde gezenler antik malzemenin her yerde evler ve duvarlarda kullanıldığını, pansiyon ve restoran bahçeleri ve girişlerinde bezekli parçaların sergilendiğini görecektir. Korunabilen kısımlar eski dokusunda belki de Hellenistik Dönemi saklayan etkileyici sur duvarlarıdır. En geç duvar dokusu Osmanlı olup, 20. yüzyıl'ın başlangıcına kadar tam haliyle görevini yerine getirmiştir. 1880'li yıllarının resimlerinde Saat Kulesi yanında 7 giriş ve sayıları 50'yi aşan kuleler yer almaktadır. Sur duvarının en dikkat çekici bölümü ünlü Hadrian Kapısı'dır. İ.S. 129 sonrasına kesin tarihlenebilen mermer kapı korunaklı olmayan 3 girişi ile savunma amaçlı olmayıp, bir zamanlar altın kaplamalı bronz harflarden oluşan ve imparatoru selamlayan bir onur yazıtına sahipti. Sur duvarının güney batı sınırındaki 14 m. yüksekliğinde yuvarlak mezar anıtı Hıdırlık Kulesi, Roma Dönemi'ndendir ve kapının iki yanındaki kabartmalar olasılıkla konsül derecesindeki bir mezar sahibine işaret etmektedir. Yapının Hadrian Kapısı ile bağlantı ekseninde, kentin güneyinde günümüzde beş nefli bir bazilikanın kalıntıları yer alır. Yapı 5. yüzyıl'da daha erken yapı malzemesinin kullanımı ile inşa edilmiş ve Meryem'e adanmıştır. Kilise, Selçuklu Dönemi'nde camiye dönüştürülmüştür. Kentteki anıtsal Selçuklu yapı sanatının ele geçen örneklerinden biri, kısmen çinili tuğlalardan inşa edilen ve Kaleiçi'nde etkileyici bir şekilde yükselen Yivli Minare'dir ve yapı günümüzde kentin simgesi durumdadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder